Ana içeriğe atla

Lekesiz Zihnin Sonsuz Gün Işığı (Part II)


- Ne demek bu?
- Bir şairin bir sözünden alınma ama önemli olan anlamı değil, ne ifade ettiği.

Tayfun tüm bunlardan sıkılmaya başlamıştı. Dün geceden kalma baş ağrısı ve mide bulantısı yetmezmiş gibi bir de karşısında oturan kızın anlattıklarını anlamaya çalışıyordu. Yine soruyla karşılık verdi.

- Ne anlam ifade ediyor peki?

Karşısında oturan kız gözlerini devirerek camdan dışarı baktı. Birkaç saniye söyleceklerini toparladı kafasında. Gözlerini tekrar Tayfuna çevirmişti. Kafede buluştukları andan itibaren karşısındakiyle konuşmaya çalışan kız yorulup pes etmişti. Gözlerindeki ateş, çabalarının boşa çıktığını gördükçe parlaklığını kaybediyordu. Mutsuzca devam etti konuşmasına.

- Film. Filmde insanların hafızasından birini, bir şeyleri çıkarabilen bir doktor var. Sen de beni hafızandan sildirmişsin.

Dedi, kendi bile söylediğine zar zor inanarak.  Tayfun bir kahkaha patlattı, komik bir şeye güler gibi değil, daha çok sinirlenir gibi.

- Benimle dalga mı geçiyorsun? Amacın bu mu? Bunca şey, mesajlar buluşma?

Sesinin tonundan, sinirlendiği anlaşılabiliyordu. Ki bu da Yaz'ın ne kadar haklı olduğunu kanıtlıyordu.

- Tayfun, git kime sorarsan sor senin için "Yaz Günışığı" ne anlam ifade ediyor sana anlatabilir. Herkes senin için ne kadar önemli olduğumu biliyor, sen hariç. Bunun nasıl bir açıklaması olabilir bilmiyorum. Bir kaza geçirmemişsin, hafıza kaybı gibi bir problemin yok sadece beni hatırlamıyorsun senin için tamamen bir yabancıyım.

"Çünkü seni tanımıyorum." Diye karşılık verdi Tayfun gözlerini kocaman açarak. "Daha önce hiç karşılaşmadık."

- Karşılaştık. Bir zamanlar sevgiliydik seninle. Sonra kötü şeyler yaşadık. Daha sonrasında kötü davrandım sana. Kime istersen sor, sana aynı şeyi anlatacaktır. Hemen arayabilirsin birini.

Yaşadıkları şeylerden bahsederken sesinin tonunun değişmesi ve yüzünün düşmesi, kızın yalan söylemediği hissini uyandırıyordu. Ayrıca gece o kadar sarhoş olmasına rağmen sabah erkenden kalkıp kıza yazması ve buraya gelip onu beklemesi, içindeki o heyecan... Bunların bir açıklaması yoktu onun için. Yine de kendini kaptırmak istemiyordu, içinde hala devam eden şüpheleri vardı. Cebinden telefonunu çıkardı. Mesajlar kutusuna girdi ve "tanımadığı kızın yabancı numarası"nın altındaki en son mesajlaştığı kişiyi aradı. Necati.

Kızın gözlerindeki hüzün biraz merak ve biraz da heyecana bürünmüştü. Telefon açıldı.

- Alo, müsait misin?
-Müsaitim Tayfun, hayırdır?
-Necati, bana Yaz Günışığı'nı anlatmanı istiyorum. Benim için ne anlam ifade ettiğini.
-Yine mi o kız be aga? Bıkmadın mı eh yeter artık!
-Ne demek istedin?
-Yeter be aga, bırak şu kızı artık.
-Bu kızı tanıyorum yani ben?
-Tayfun benle taşak mı geçiyon? Kafa mı buluyon ne yani?

Bu şekilde bir şey öğrenemeyeceğini anlayan Tayfun, taktik değiştirdi. Bu sırada Yaz onu pür dikkat izliyordu.

-Ya yok dalga geçmiyorum, diyelim ki hafızamı kaybettim sana Yaz'ı soruyorum. Ne cevap verirdin.

Cevap hiç tereddüt etmeden, anında geldi.

-Hayatını siken kız derdim.

Tayfun bu tabirin ne anlama geldiğini biliyordu. Kızın da bahsettiği gibi, "kötü şeyler yaşamışlar daha sonra kız kötü davranmış" Tayfun'a. Bu, Necati'nin ne demek istediğini açıklıyordu. Sesli bir şekilde tekrar etti, nedendir bilinmez bunu kızın da duymuş olmasını istiyordu.

- Hayatımı siken kız. Eyvallah aga.
- Ne demek.

Telefonu kapattı. Bunu duyan kızın sinirlendiği yüzünden anlaşılıyordu.  "Ne dedi?" diye sordu Yaz.

- Yine mi o kız diyor.

Yaz bu sefer gülümseyen bir yüzle karşılamıştı duyduğu şeyi. "Yine o kız deseydin, hep o kız deseydin!" dedi gülümseyerek. Tayfun ne olduğunu anlamamış ama yine de kızın gülümsemesi hoşuna gitmişti. Her ne kadar onu tanımadığını düşünse de, onu gülümserken saatlerce izleyebileceğini düşünüyordu. Tayfun tekrar söze girdi.

- Madem "hep o kız", neden sildirdim o kızı hafızamdan?

Bu soru bir tokat gibi çarptı Yaz'ın suratına. Kafasını geri doğru attı afalladığını belirtircesine. Biraz çabaladı, bir cevap bulamadı. Yine aynı şeyleri mırıldandı.

- Kötü davrandım sana.
"Ne kadar kötü." Diye söze girdi hemen Tayfun.
- Kötü davrandım işte! diye öfkesini belli ederek cevap verdi Yaz. Öfkesi belki de pişmanlığından geliyordu. Belki de bu kadar çabaladığı için kendine kızıyordu. Bu kadar peşine düşmemeliydi, Tayfun selamına karşılık vermemişti buna hakkı vardı. Bu konu öylece kapanabilirdi. Kapanmasın istemişti, kapanmasın...

Sersemlemiş bir halde oturduğu yerden doğruldu. Her şeyden pişman olmuştu. Oturduğu koltuğun arkasından montunu aldı ve Tayfun'a son bir kez baktı. Kafenin merdivenlerine doğru dönüp bir adım atmıştı ki onu durduran Tayfun'un sesi oldu.

"Yaz."

O kadar sesli söylemişti ki, bir anlığına çevre masalardaki herkes dönüp onlara baktı. Sonra kendi muhabbetlerine devam ettiler. Yine de hala dinliyor olmalılar diye düşündü Tayfun. Birileri dinlerken konuşmak hoşuna gitmiyordu. Ama kız durup ona dönmüştü bir şey beklercesine. Çünkü ismini söyleyişi bir şey vad ediyordu. O şekilde seslenmek istememişti ama isim birden o şekilde çıkmıştı Tayfun'un ağzından. Sanki daha öncesinde defalarca "Yaz" demişçesine, bir çok kez ismini söylemeye çekinmişçesine, "Yaz, gitme. Kal." dercesine çıkmıştı ağzından. Oysa bu ona ilk defa adıyla seslenişiydi Tayfun'un.

Tayfun ayağa kalktı. Boyu kızınkinden epeyce uzundu. Dolu gözlerine bakarken, ellerini tuttu kızın ve etrafındaki insanların dinleyip dinlemediğini umursamadan konuştu. Şu sözcükler döküldü ağzından yumuşacık bir ses tonuyla, her bir cümlenin arasında es vererek...

"Yaz.
Seni hafızamdan sildirmemin sebebi unutmak için değildi belki.
Belki de seni tekrar aynı heyecanla tanımak içindi.
O heyecanı hissediyorum çünkü şimdi.
Seni tanımak istiyorum.
Sil baştan."

-Son-















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Hatırlamak Laneti

    Her şey karanlığa gömülür, derin ve sessiz karanlığa... Bazı hatalardan dönülmez. Vakit yetmez toparlanmaya. Pişmanlıklar bavula sığmaz. Bir kısmını bırakırım hiç bilmediğim yabancı bir şehirde, seninle birlikte.       Sevebilirdim oysa burayı, yaşayabilirdim yıllarca. Köşe başında bir kahvecim olurdu, her gün gittiğim bir kitapçım… Müzelerin önünden geçerken birlikte gezeriz diye planlar yapardım. Bir pizzacı bulurduk sonra. Bir kilisenin önünde otururduk yorulunca. Elini tutardım yürürken. Hangi sokakta istersen orada fotoğraf çekilirdik. Seni trene bindirip de uğurlama vakti gelince, gitme derdim!      Sana gitme demedim, Lavinia. Sarılıp öpmedim. Bunlar valizime sığdırabildiğim pişmanlıklardan birkaçı. Artık nereye gitsem yanımda taşıyacağım, bu ıssız karanlıkta bana eşlik etsinler diye. Hatırlayacağım. Sen unuttun mu acaba?       Hatırlamak laneti ile cezalandırılmışım ben. Milyonlarca olasılık dönüyor kafamda, yaşadığımız hayatlar ve yaşamadıklarımız da… Sakın yanlış bir şey

Gamzede Bir Yer

Sevdanın yanağındaki gamzede bir yer bulma çabasıydı benimki. Sabahın kırağısında tarlaya giden ırgatların da gecenin köründe doklara yanaşan denizcilerin de meramı aynıydı; vardı hepsinin bir yâri, hiç olmazsa yâreni... Bir ben yalnızdım, ölümün huzurlu kollarını beklerken bir başıma. Kelimelerle aram iyiydi her zaman. Kafiyeler yaratabilirdim hiç yoktan. Betimlerle boyayabilirdim sayfaları. Paragraflarca konuşturabilir ya da bir ünlemle susturabilirdim istediğimi. Satırlarımın arasında dans ederdi gözler, dilediğim ritimle. Çok istersem haraç bile keserdim gelen geçenden, birkaç damla gözyaşı ile. Anladık, çok iyiydim, çok iyiydim de hangi süslü söz gidenleri geri getirebilirdi ki? Kuklaları canlandırabilir miydi üzerine yazdığım kâğıtlar? Yer altına gidip de dönebilir miydi kahramanlarım? Ya da yükselebilir miydi gökyüzüne ben ne kadar istesem de? Acılı anaların çocuklarını diriltebilir miydi ağıtlar? Savaşa düzülen methiyeler durdurabilir miydi dökülen o kanları? Şarkılar merhe