Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hazan Biri

            Dünya üzerime gelir; diz çökmüş Atlas gibiyim. Omuzlarım ezilir, kelimeler boğazıma dizilir. Kimseye laf anlatmak gelmez içimden. Gözlerime bakma anne, sana yalan söylemek istemem. Nazende bi' düş, bazen bir gülüş alır götürür... Sessiz bir öpüş ve keskin bir bakış öldürür beni. Yazan biri değil, hazan biriyim artık ben. Yapraklarım dökülür.       Geçmiş, dönemeyeceğim kadar uzaklaşır benden. Kurduğum hayaller yıkılır, propagandasını yaptığım davalar satılık çıkar. Dionysosçu bir tragedya oynarım. Çağın bir kahraman ve sana baş kaldıran! Ne gelir elden? Artık formüllerle yazamam. Semih fark eder, Cennet beğenmez. Koray, zarlarımı yeniden at! Soluyor bak auram. Bu fani bedenim elbet tadacak bir gün ecelden; fakat ideam ulaşılamaz.     Kaç kere sıfırdan başlayabilir ki insan? Daha kaç savaşa tanıklık eder bu meydan? Kaç yağmur temizler günahlarımı? Ben, senin yerine de yandım ulan! Sen taşı içimde söndürdüğüm bu yangını. Al ellerinin arasına başını, söyle kendine ne yalan
En son yayınlar

Her Ayın Dokuzu

              Her yazın kendine has bir kokusu vardır. Kesik bir meltem eser ve o an hatırlarsın. Kimi zaman Şirince Şarabı tadında, bazen de balık ve bira... Akşamüstü turunculuğunda fark edersin tükendiğini tüm kelimelerin. Söylenecek pek bir şey kalmaz geriye. Yaşın yirmi dokuz. Artık her ayın dokuzu bir armağandır eski sevgiliye. Gitarcının hediyesi renkli bir pena, şairinki birkaç kafiye. Ve sen, öylece beklemeye devam edersin akşam çökerken. Gün aheste uzaklaşır.        Gökyüzüne yıldızlar yaraşır, dudağında muzip bir gülümseme. Hiçbir ressam boyayamaz güzelliğini. Tanrı varsa en büyük kanıtı sensin. Ne bir eserim yakışır gözlerine, ne de ben hatırladığın o aptal çocuğum artık. Aşk, âlimlerin kendilerini işine adamak için uydurduğu bir bahane miydi sadece? Yoksa kuyumcular daha fazla pırlanta satsın diye mi severiz sence? Boşver, bazı soruların cevabının olmasının dahi bir mânâsı yoktur. Hayat da böyle belki, gelip geçiyor yaşıyoruz diye nasılsa.      Sen tahtında oturup yarını p

Acı Tat

     Yabancısı olduğun şehirlerin siluetleri geceleri birbirine benzer. Gökdelenlerin tepesindeki ışıltılı hayatın da kirli sokaklarındaki hamam böceklerinin de birbirinden farkı yoktur. Kulaklarında tekrara aldığın müzik çalarken caddelerinde dolaşırsın şehirlerin. Hastalık ruhuna işler, genzinde bir kusmuk kokusu… Merhabalar, elvedalara karışır; pişmanlıklar birbiriyle yarışır. Gözünden akan birkaç damla yaş dudaklarında tuzlu bir tat bırakır.       Bu, pişmanlığın acı tadıdır…      Hayat, akıp giden bir nehir gibidir. Seni alıp sürükler bir yerlere, ancak öylece istediğin yere götürmez. Güzel şeyler hiçbir zaman kendiliğinden gerçekleşmez. Orada olmak, katkıda bulunmak gerekir. Kulaç atar, kürek çekersin. Bazen ulaşsan da gittiğinde orada bulamazsın. Uğraşsan da istediğin gibi olduramazsın. Hiç denemediğin hayallerin de deneyip başaramadıkların da tepene yıkılır. Ne güneş doğsa da aydınlatır artık ne de yiyip içtiğinin bir tadı kalır.        Bu, çaresizliğin acı tadıdır…    İyi ya d

Hatırlamak Laneti

    Her şey karanlığa gömülür, derin ve sessiz karanlığa... Bazı hatalardan dönülmez. Vakit yetmez toparlanmaya. Pişmanlıklar bavula sığmaz. Bir kısmını bırakırım hiç bilmediğim yabancı bir şehirde, seninle birlikte.       Sevebilirdim oysa burayı, yaşayabilirdim yıllarca. Köşe başında bir kahvecim olurdu, her gün gittiğim bir kitapçım… Müzelerin önünden geçerken birlikte gezeriz diye planlar yapardım. Bir pizzacı bulurduk sonra. Bir kilisenin önünde otururduk yorulunca. Elini tutardım yürürken. Hangi sokakta istersen orada fotoğraf çekilirdik. Seni trene bindirip de uğurlama vakti gelince, gitme derdim!      Sana gitme demedim, Lavinia. Sarılıp öpmedim. Bunlar valizime sığdırabildiğim pişmanlıklardan birkaçı. Artık nereye gitsem yanımda taşıyacağım, bu ıssız karanlıkta bana eşlik etsinler diye. Hatırlayacağım. Sen unuttun mu acaba?       Hatırlamak laneti ile cezalandırılmışım ben. Milyonlarca olasılık dönüyor kafamda, yaşadığımız hayatlar ve yaşamadıklarımız da… Sakın yanlış bir şey

Hu (Şiir)

Yaslar biriktirdim size hediye. Benden hatıra kalır diye geriye. Hiç dökülmemiş yaşlarım var, onları dökün. Boğazımdaki düğümleri sökün! Hiç yazılmamış öyküm, boynu bükük kalacak yokluğumda. Ona da iyi bakın, yazık olmasın sakın. Bir isim koyun yalnızlığıma. Benden sayın yalnızları da. Kalmasınlar bir başlarına... Korkarlar bilirim, içleri ürperir, üşürler. Ellerini tutun. Verdiğim öğütleri de... Düşünün. Taşının oradan oraya. Hiçbirimiz ait değiliz bu dünyaya. Çakılı bir çivimiz kalmasın. Beni de unutun! Hayatın sırtında bir çıban bir yaşıyoruz, tutup sıkamıyor diye. Yağmurlar istemiyor, ıslatıyor! Güneş sevmiyor, yakıyor! Varmıyor hiçbir yere yollar...  Sarılmıyor birbirine kollar... Savaşlar niye var? Kardeş kardeşi öldürdü, delirtti diye dünya bizi. Asıl o gün cennetteki son gündü. Babalar evlat gömdü! Anaları yazacak kadar şair değilim. Hep iç çekerek aldım nefesimi. Üfledim, söndürdüm nefsimi... Hu! Selam aldım, çiçek verdim. Kâh güldüm, kâh öldüm. Topraktan geldim, sana döndüm.

Gamzede Bir Yer

Sevdanın yanağındaki gamzede bir yer bulma çabasıydı benimki. Sabahın kırağısında tarlaya giden ırgatların da gecenin köründe doklara yanaşan denizcilerin de meramı aynıydı; vardı hepsinin bir yâri, hiç olmazsa yâreni... Bir ben yalnızdım, ölümün huzurlu kollarını beklerken bir başıma. Kelimelerle aram iyiydi her zaman. Kafiyeler yaratabilirdim hiç yoktan. Betimlerle boyayabilirdim sayfaları. Paragraflarca konuşturabilir ya da bir ünlemle susturabilirdim istediğimi. Satırlarımın arasında dans ederdi gözler, dilediğim ritimle. Çok istersem haraç bile keserdim gelen geçenden, birkaç damla gözyaşı ile. Anladık, çok iyiydim, çok iyiydim de hangi süslü söz gidenleri geri getirebilirdi ki? Kuklaları canlandırabilir miydi üzerine yazdığım kâğıtlar? Yer altına gidip de dönebilir miydi kahramanlarım? Ya da yükselebilir miydi gökyüzüne ben ne kadar istesem de? Acılı anaların çocuklarını diriltebilir miydi ağıtlar? Savaşa düzülen methiyeler durdurabilir miydi dökülen o kanları? Şarkılar merhe

Düş

Dingin bir akşamüstünde, çarşafla örtülmüş durgun denizin minik dalgaları vuruyordu ayaklarını sarkıtarak oturduğu rıhtıma. Batmakta olan güneş yüzünün sağ tarafına vuruyor ve gözünü alıyordu. Kesik kesik esen meltem burnunun alıştığı yosun ve balık kokusunu bir anlığına temizleyerek tekrar hatırlatıyordu. "Dün gece bir rüya gördüm." Dedi, suskunluğa alışmış ses telleriyle. Söyleyeceği bu kadardı. Cümlesindeki vurgudan sözüne devam etmeyeceği anlaşılıyordu. Söylemiş ve bitmişti. Bunu bir müddet süren bir sessizlik takip etti. Sessizlik ise anca oradan oraya kanat çırpıp, etraftakilere küfredercesine öten martıların sesi ve arkadan geçen insanların gürültüsü kadar sessizdi. Sonunda, kadife yumuşaklığındaki sesiyle konuşan kadını duydu. "Ne gördün?" Diye sordu kadın, neredeyse ilgili olduğu bile söylenebilirdi. "Hatırlamıyorum." Diye yanıtlayıverdi sağına dönerken. Güneş artık tam karşıdan vuruyor olmasına rağmen o kadar parlak görünmüyordu. Kadın güneşten d